published on
Geçtiğimiz cumartesi günü -13 Mayıs- bu köşede okuduğunuz “Erdoğan’ın anlamı” başlıklı yazımı, yayınlanmadan epey
önce yazmıştım. Çünkü salıdan cuma gecesine kadar Kudüs seyahatim vardı, yolculuğun telaşesi icabı yazı için belki
vaktim olmaz diye düşünüp gitmeden hazır etmiştim. Dört günlük seyahat boyunca şahit olduklarım, İslâm dünyası ve
Müslümanlar nazarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği anlamlara dair yazdıklarımı teyit etti:
Türkiye’den geldiğimizi fark eden insanlar bizi sık sık durduruyor, -bir kararlılık ve dikte etme eyleminin işareti olarak-
parmaklarını yüzümüze doğru uzatıp, “Sakın ha, bir yanlış olmasın! Yeniden Erdoğan’ı seçeceksiniz, başka çare yok. Dua
ediyoruz. Sizin selametiniz, bizim de selametimiz” diyordu. Mescid-i Aksâ’da, Kudüs sokaklarında, El-Halil’de... Adım
attığımız her noktada, böyle sayısız hatıra yaşadık. Hatta ziyarette bana eşlik eden bazı dostlar gördüklerine inanamıyor,
Araplardaki “Erdoğan hayranlığı”nın gerçekliğini sorguluyordu. Oysa tamamen hasbî, tümüyle hesapsız bir sevgiydi şahit
olduğumuz. Önceden öğretmeyle veya herhangi bir maddî karşılık üzerinden planlanabilecek şeyler değildi.
14 Mayıs gecesi, seçimin ilk turunu Cumhurbaşkanı Erdoğan önde bitirdiğinde yine aynı coşkuyu gördüm. İslâm
dünyasının her yerinden gelen tebrik mesajlarını, gözyaşı dolu duaları, samimi heyecanları... Ve elbette sitemleri de: “Hak
ettiği kesinlikle bu değildi! Neden daha fazla destek vermediniz?” diye sorgulayanlar da çoktu.
“Erdoğan’ın anlamı” yazımda da ifade ettiğim üzere, Cumhurbaşkanı Erdoğan, şahsını fersah fersah aşan bir tesir ve
misyonla, Müslümanların kendi serüvenlerini seyrettiği bir aynaya dönüştü. Bu nokta, seçim sonuçlarının da en net
izahlarından biridir.
İslâm dünyasının farklı yerlerinden dostlarımızla hasbihal ederken, Türkiye’deki İslâm ve Müslüman düşmanı seküler
damara dair intibalarını da dinledim. Kimisi öğrencilik yıllarında buradayken, kimisi ziyaretleri sırasında, kimisi de
Türkiye’ye dair okumalarında gözlemlemişti bunu. Dolayısıyla, dışarıdan bakıldığında, Türkiye içindeki siyasî mücadelenin
sadece bir “seçim meselesi” olmadığının, aynı zamanda doğrudan Müslümanların bu topraklardaki istikbalini ilgilendiren
bir kavga olduğunun bilincindeydi hepsi. Yapılan bazı değerlendirmeleri, bizim buradaki değme “yerli”nin yapamayacağını
belirtmeliyim.
Türkiye, din-devlet ilişkileri ve dinin sosyolojinin farklı katmanlardaki tezahürleri açısından çok zengin bir laboratuvar.
Halkın bir kesimindeki “din alerjisi” de, dışarıdan bakan biri için bu toprakları anlama adına önemli ipuçları sağlıyor. İslâm
dünyasında, seküler kesimleri din düşmanlığı zaviyesinden sıraladığımızda, Türkiye’yi Tunus ve Bangladeş’in izlediği
söylenebilir. Eminim, bu konuda çok kapsamlı çalışmalar ve mukayeseler yapılacaktır zaman içinde.
14 Mayıs akşamı geç vakit, kızlarım Meryem (13) ve Sare’yi (9) karşıma alıp, ilk kez uzun uzun, bu ülkedeki din
düşmanı damarı anlattım, fotoğraf ve videolarla. Evde ve arkadaş ortamındaki sohbetlerde çeşitli örneklere zaten
aşinaydılar, ama sırf başörtülü oldukları için tartaklanan ve yerlerde sürüklenen hemcinslerini izlemek onları hem çok
şaşırttı hem de üzdü.
- Genre
- News & Politics