published on
Felâketin akabinde, biraz da başımıza gelecekleri tahmin ettiğim için, ucuz fırsatçılıklardan kaçınalım, hâdiseyi
siyâsallaştırmayalım diye bir refleks yazısı yazdım... Bunu yapmamın birkaç sebebi vardı... İlki, uzun zamandır
kaybettiğimiz mâtem âdâbının gereğiyle alâkalıydı... Hanidir cenâzelerimizi bile taşkın gösterilerle, sloganlarla,
alkışlarla kaldırıyoruz. Âdapta olmayan işler bunlar... Çocukluğumdan hatırladığım o vakur, metânet yüklü cenâze
törenlerini düşündüğümde fark o kadar net ortaya çıkıyor ki... En başta mevtâya, daha sonra da onun kaybını birinci
derecede yaşayan yakınlarına duyulan derin bir saygı dâiresinde, çok defâ sâdece tecrübelilerin kaş göz işâretleriyle, en
fazla da fısıltılarla sağlanan sessiz bir işbölümünü, ardından herkesin üzerine düşeni canla başla, lâkin gösterişsiz bir
şekilde yapmasını hayranlıkla izlerdim... Hatırladığım ilk cenâze alayını, o zamanlar âilemin yaşadığımız küçük Anadolu
vilâyetinin çarşısında görmüştüm. O hareketli, gürültülü çarşının nasıl bir anda derin bir sessizliğe gömüldüğünü, yolun
açıldığını, yaşlıların şapkalarını çıkarıp saygı duruşuna geçtiğini, gençlerin, bilhassa da önlükleriyle esnafın
dükkânlarından çıkarak tabutu sırayla taşıdıklarını dün gibi hatırlarım... İnsanların ellerini açtığını, dudaklarının
kıpırdağını, dua okuduklarını da hatırlıyorum. Ama bugünlerde olduğu gibi bağırıp tekbir getiren olmazdı... Bu asil
hasletlerimizi kaybettik... Asırların tecrübesinden süzülen bu geleneklere ilk darbeyi siyâsal-ideolojik cenâzeler vurdu.
1968 ve 1978’li “siyâsal şehitler”, sağcısıyla, solcusuyla son yolculuklarına sloganlarla, marşlarla uğurlanırlardı... Daha
ilerideki zamanlarda içi, kötü, zorlama edebiyatlarla doldurulmaya çalışılan beyânatlı, alkışlı, taşkın tuhaf cenâze
törenlerine şâhit olmaya başladık. Cenâzeler, elbette asıl acı sâhiplerini tenzih ederim, kalanların ve etraftakilerin gösteri
ve gösteriş sâhalarına dönüştü.
- Genre
- News & Politics